In PLOG

Soğuktan Yanmış Çocuk



Kapıya kadar geldiysen çıkarsın dışarı. Ayakkabını giy. Adımını at. Çocuğu kap. Zafer senin. Hadi iyi gezmeler.

Çocuk doğduğundan beri aynıdır bu sokak kokulu, yani dış cephe kaplamalı programlar.  En küçüğü 1 günlükken başlar, büyüklüğünü ilan edene kadar sürer.

Diyeceğim şu ki. Bir çocuk dışarı çıktı mı, her kafadan ses de çıkar. Kışın çıkıyorsa çocuk donar. Yazın çıkıyorsa yanar. Ben anladım ki, biz ilkbahar çocukları doğurmuşuz. İki mevsim arası dört duvar.

Bir çocuk anne-babasıyla dışarı çıkacaksa, bir ton kişi vardır müdahil olan. Büyükler. Komşular. Akrabalar. Her birine yanıt yetiştiririz. Bizden hızlı konuşanlara, ya boyun eğeriz, ya da nanik der, arkamızı döneriz. Ha bunu sadece başkaları yüzünden mi yaparız. Hayır tabi ki. İnsanız, zaaflarımız var, korkularımız var,  bir sürü çocuk yetiştirmemişiz, kendi çocuğumuz çok özel, aman bir şey olmasınla başlar beyin tırtıklamaları, ben dikkat edeyimle devam eder. Ama sonrası bilinmez ki, çocuk bihaber büyür. Kara bastı mı çığlık atar, ayakkabısına kaçınca su, ağlamaya başlar.

1 günlükken başlar demiştim ya. Yapmadım mı? Yaptım. Ama çok şükür erken fark ettim ve 6 aylık kızımı o yüzden buz gibi sulara bırakıverdim. Alıştı. O yüzden şimdi iki şeyi üst üste giyse içinden yanardağlar fışkırıyor, yanakları kızarıyor.

Deli bağlar gibi bağlarız çocuğu daha ilk günden. Çocuk ağırlığından fazla giyinir. Yüzüne kapatılan örtülerle nefes alabilmesinin tek nedeni, çocuğa olan aşırı düşkünlüğümüzü, arada örtüyü kaldırıp, ah canım benim ne de güzel uyuyor diye göstererek, içeriye hava girmesini sağlamaktır. Aslına bakarsanız çocuk uyumuyordur. Bayılmıştır.

Geçen bir hastanenin çocuk bölümüne gelen kadının muhtemelen içinde çocuk olduğunu düşündüğüm ana kucağını, bekleme salonundaki masaya koyup, eline aldığı dergiyi karıştırmasıyla bastı içime fenalık. Çocuk içeride. Kim bilir ne zamandır. Üstünde battaniye. Uçmasın diye de gergin tutturulmuş tül gibi birşey. Gözüm takıldı. Kaldım orada. İşlemim bitti, eve gideceğim, oturdum ben de koltuğa. Karşısına. Merak ediyorum. Bu çocuğu görmem lazım. Acaba birileri bir yerde kronometre mi tutuyor? Acaba çocuğun annesi içinden yüze kadar mı sayıyor? Acaba çocuğun babası gelip kahraman mı olacak? Yoksa kadın çanta yerine ana kucağı mı taşıyor? Açsana kadın örtüyü. İçeriye yağmur mu yağıyor derken, kadın bir anda dergiyi masaya bırakıp ayağa kalkıyor. Hah diyorum rekor kırıldı, kitaba geçti, bakıyorum, kadın bunalmış, ceketini çıkarıyor. Ve ben oradan ardıma bakmadan kaçıyorum. Evet kaçıyorum. Çünkü bana bu eziyet fazla geliyor. Bu şimdi korumacılık mı?

Çocuk doktoru bana daha ilk gün şunu demişti. Sen nasıl üşüyorsan, o da üşür, sen nasıl terliyorsan o da terler. Yani giyim konusunda deli olma. Onu koru, kolla ama kendinden farklı düşünme. Yazın da öyle. Önlemini al, güneşin altında bırakma ama güneşle de tanışmasını sağla. Bu işin uygun zamanları yok mu? Biliyoruz. Uzmanlar her gün anlatıyor.

Şimdi kış zamanı ya. Konuya biraz da o yüzden girdim. Etrafım, sadece gözü gözüken çocuklarla kaplıyken, yazmak istedim. Çocuk donsun hasta olsun demiyorum. Ama çocuk bir üşüyebilsin yahu. Şöyle bir anda içi ürpersin. Sonra gidip elini ateşe tutabilsin. Kalorifere dokunabilsin. Dokunduğunda keyif alsın. Ellerini birbirine sürtsün, kırmızı burnunu avuçlarının içine alıp, bir hoh desin.

Biz her  şeyi abartmakta ve kendine özgü doğrular geliştirmekte çok başarılıyız. Banane diyorsun, bir şey söylesen ters cevap alırsın diye. Oturuyorsun ama görüyorsun gözünün önünde bir şey ters. Bir arkadaşım parktan eve dönünce çocuğunun kıyafetlerini çıkarmak için 10 dakika harcamıştı. En son ulaştığı atlet ise ter içindeydi. Dönüp çocuğa o kadar koşup, zıplarsan böyle olursun demişti. Hadi oradan dedim gülerek, soğuktan yanmış çocuk. Ne kadar kolay yükleriz, karar aşamasında olmayan bir çocuğa, kendi kararlarımızın sonuçlarını.

Kimse çocuğunun hasta olmasını istemez tabi. Bunun için özel çaba da harcamaz. Ama bazen ne kadar özen gösterirsen göster, çocuk mikrobu alabiliyor. Fazla ya da az giyindiği için değil, belki de başka bir çocuğun, belki de olur olmaz fazla fazla öpen bir büyüğün kendisinden. Ama biz suçlu bulmayı başarıyoruz. Kadın diyor ki kızına. Bu çocuğu sokağa çıkarmasaydın, hasta etmezdin. Kadın da kendini suçlu gördükçe daha da üzülüyor, biraz hava alsın istedim demekle yetiniyor. Ama diğer kadın daha da bastırıp, havayı daha güzel havada aldırsaydın. Kimse demiyor ki, yahu bu çocuk, hasta da olur. Olmaya da bilir. Bazen çocuk sıcacık havada bile terler, öksürmeye başlar. Bezginleşip, yatağa düşebilir. İşte o zaman kadın diyor ki kocasına. Aman çocuğu bizimkilere bırakalım, bir de hasta masta ederiz gittiğimiz yerlerde, milletin ağzını çekemeyeceğim.

Başkalarına ne deriz. Başkaları ne der. Çocuğunu hasta eden anne olmak istemez psikolojisiyle, çocuklar bahara kadar salonda oyalansın. Ben çadır da kurarım iki koltuk arasına.

İşte evlere kurulan çadırlarla çocuklar kampı, çadır altında halı, yanında televizyon, önünde soyulmuş armut olarak algıladı. O yüzden duvarda yürüyen çocuklar türedi. Ben kalorifer borusuyla tavana kadar tırmanıp, anne bak maymun gibi olabiliyorum diyen bir kız çocuğunun annesiyim. Garip geliyor ama gerçek bu. Şimdi ben bu enerjiyi koltuk tepelerinde, masa üstlerinde, mutfak tezgahlarında harcatarak eşyanın tabiatına da haksızlık etmeyecek miyim. Her zaman dışarı çıkardım. Soğuk, kar, yağmur bize bariyer yapmadı. Yapmasın diyenleri dinledim. Yeteri kadar giydirip, yeteri kadar zaman içinde. Çok da iyi oldu. Tersi olsa, maymun gibi olabilen çocuğun başka yetkinlikleri de ortaya çıkabilirdi soğuk üfleyen havalarda. O çeşitli yetkinlikleri görmeyi seçmedik.

Çocukken çok severdim mevsim kartlarını. Üstündeki renkli renkli resimlere bakmayı. Her mevsime uygun koşulları okumayı. Şimdi de öyle değil mi? Çocuklara dört mevsim olduğunu anlatırız. İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış. Anlatırız da, çocuklarımızın soğuk havalarda giysin, ayakları üşümesin dediğimiz botları hiç kirlenmez. Yağmur çizmeleri çamurlanmaz. Onlar alışveriş merkezlerinde şık bir takı olur ayaklarında.



Şöyle bir kar yağsa. Çıksak. Parça parça düşen tanelere doğru açsak ağzımızı, kapasak gözümüzü. Kendi etrafımızda dönsek. Dolsa ağzımıza karlar. Hemen erise.  Kahkahalarla gülsek. Kollarımızı açsak. Kocaman sarılsak kara. Tuttuğumuz gibi yerden alsak. Fırlatsak yan tarafa. Şöyle bir yağmur yağsa. Ahmak olsak, yine de kaçmasak. Plastik çizmelerimizle bassak sulara. Sıçrasa üstümüze. Kapatsak şemsiyeyi. Kahkahalarla gülsek. Şöyle bir soğuk olsa. Şöyle bir rüzgar. Bütün çocuklar camdan bakıp, kış gelmiş, artık dışarı sarkıtamayacağız ayaklarımızı, ellerimizi, kollarımızı, hayallerimizi deyip, kendilerini hikayelerindeki gibi kış uykusuna yatan ayı zannetmeseler.

Related Articles

0 yorum:

Yorum Gönder