In PLOG

Kapatın Bacaları


Ne zaman bir şeyi fazla isteyen veya bir şeyi yemeği reddeden kızıma bunları bulamayanlar var, bu ne müsriflik veya şımarıklık desem, eşim bu kadar çocuk ne anlar derdi. Ben de inatla, kulağına yerleşir, bir gün anlar diye ısrarla devam eder, vazgeçmezdim. Bu benim tercihimdi tabi, doğru muydu bilmiyorum, kimseye de sormadım zaten, devam ediyorum.

Şanslı çocuklar dönemindeyiz. Eteklerinde ziller çalıyor. Havada oyuncaklar uçuşuyor, dolaplardan, çekmecelerden kıyafetler taşıyor. Kızıma hiç elbise almadım desem inanmaz çoğu kimse. Ama doğru almadım. 3 yaşını geçti, benim aldığım bir elbisesi ilk defa geçen hafta oldu. O da çok sevdiğim bir masal kahramanı olan Heidi’ye ait, bir nevi kostüm niteliğini taşıyor. Gittiğim bir geziden almak istedim. Çocukluğumu hatırladım. O da Heidi gibi mutlu, neşeli bir çocuk olsun istedim belki de. Yetinsin, bir dağ evinde, sütünü içerek, ekmeğini yiyerek, keçilerini otlatan Peter ile koşarak mutlu olsun. Açsın ağzını Heidi gibi, kırmızı yanaklarıyla gülsün istedim.

Konu şu ki, elbise almamamın sebebi, biraz kişisel bir tercihti, çok prenses usulü, süslü, püslü bir kız çocuğu olmasın, daha rahat kıyafetler giyip, daha sportif olmasıydı isteğim, bir diğer ama asıl önemli neden ise, elbise almama gerek kalmaması oldu, zaten bir sürü elbise hediye olarak geldi.

İşte demek istediğim, tam da bu. Hediye. Ne demiştim, şanslı çocukların ebeveynleri olmuşuz. Belki ister istemez biz de bu dönemi onlara yaşatıyor, yaşamalarına izin veriyoruz. Kendi dönemimi hatırlıyorum, bayramda kıyafet alırdı annelerimiz bize. Ne güzel olurdu, ne havalı olurdu o elbise.  Başkalarına göstermek, mahalle çocuklarına hava atmak için sabahı zor ederdik. Ruganlı olurdu ayakkabılarımız. Kuzenler bir araya gelir, birbirimizin yenileri hakkında yorum yapar, gene de karşımızdakinin elbisesini kıskanır, bir dahaki bayrama aynısı için sipariş verirdik hemen annelerimize.

Şimdi öyle mi. Hafta sonu dayısı gelir, elinde tişört ile. Yurtdışından döner, elinde ayakkabı ile, şöyle bir uğradım der, elinde pantolon ile, paket yolluyorum der, kurye gelir kostüm ile. Bu doğru mu? Değil elbette. Peki bu kaçınılmaz mı? Yine değil elbette. Çocukları eskiden mutlu etmek istemiyorduk da şimdi mi aklımıza geldi? Yoksa eskiden bu kadar imkan ve fırsat yoktu da, şimdi mi oldu, hep tartışılacak şeyler.

Bunları hepimiz yapıyoruz. Sokağa çıkmak demek para harcamak demek. Şöyle bir gezeceğim demek, şöyle bir vitrin bakacağım demek. Dağa, taşa, denize, ormana değil, dükkanlara çeviriyoruz başımızı. Ne kadar kaçmaya çalışsak da bu gerçekten uzaklaşamıyoruz.

Özel gün kalmadı. Artık hediyenin zamanı yok. Sürprizin de. Adı üstünde sürpriz zaten. Zamanı yok. Ama her hediye sürpriz oldu artık. Ve tabi ki bazı durumlarda çocukların beklentileri oluştu. Çocuk bu, değişimi kaldırmıyor, alıştığı her ne ise, onu istiyor. İşi gereği sürekli yurtdışına çıkan babasına, bana bu sefer ne getireceksin diye soruyor,  geldiğinde bavulunu açıp, aldığı şeyi görmek istiyor. İstediği şeyler ise, bir masaya koysan, neye yarar, ne için gerekli diye üstünde düşünüp, sonuçta bir şey bulamayacağın abidik kubidik şeyler.

Bizim ailede olduğu gibi başka ailelerde de gördüğüm çok geleneksel bir uygulama da, yaş  günü çocuğuna hediye alınırken, aile içindeki diğer çocukların da unutulmamasıdır. Bu konuda beni kendime, yaşından oldukça olgun düşünen yeğenim getirmişti. Kardeşine hediye alırken, onu da atlamamış, bir keyifle ona uzatırken, bana hediyeyi almamın ne saçma olduğunu, yaş günü sahibinin kardeşi olduğunu söylemişti. Yaptığım şeye doğru bir anlam yüklemek için hızlıca düşünürken, aklıma karne hediyesi demek geldi. O takdirde, o da bunu kabul etti. Ama bu her çocuk için oluşabilecek bir karşılama biçimi değil. Ben sonrasında ona, kardeşine hediye alırken, ona da alayım diye hediye almadım. Herkes yerini, zamanını biliyordu artık. En çok da ben.

Yaşlar küçüldükçe bu olgunlaşma beklenmiyor elbette. Hele çocuğun hediyeyi eline aldığında, paketi açtığında, yaşadığı o sonsuz mutluluk ışıltısını herkes görmek istiyor. Yaşattığı mutluluğu herkes tatmak istiyor. En sevilen olmak istiyor, en çok özlenen. Şımarırsa şımarsın deniyor. Büyüyünce anlar deniyor. Nasılsa öğrenecek oluyor. Bir gün bitecek bunlar deniyor. Deniyor, oluyor, anlanıyor da, çocuk böyle doyumsuz bir şekilde büyürken iyi mi oluyor.

Ne zaman sokağa çıktığında oğluna bir şeyler getiren bir annenin isyanını dinlemiştim bir keresinde. Artık alacak bir şey kalmadı demişti. Ne oyuncak, ne kıyafet, ne izlemek istediği film. Artık bisiklete, tenise ya da başka bir spora yönlendirmek istiyordu, ama bunun için çok geç olduğunu görüyordu. Çünkü bir gün gittiği tenisten ikinci gün sıkılıyor, kendisinin iyi bir yüzücü olacağına karar veriyordu. Yüzmeye gittiğinde ise, suyun onu üşüttüğü bahanesiyle geliyordu. Sörf, basketbol, kayak. Hiçbiri işe yaramadı. Bir gün eve döndüğünde, evde oturmanın daha doğru olduğuna karar verdi.

Yine başka bir çocuk bir yaş gününde gelen giysilerin hepsini toplayıp, ortaya fırlatmıştı. Annesi mahcup bir şekilde çocuğuna kızarak ortamı lehine çevirmeye çalışıyordu. Oysa çocuk haksız değildi. Doygunluğunun verdiği duygularla çocukluğundan beri, yakası kirlenmeden değişen tişörtleri, burnu yıpranmadan verilen ayakkabıları ve kolları az da olsa çekmeden verilen kazakları görmek istemiyordu.



Posta kutusunda acaba bugün bana ne gelmiş diyen nesiller yetiştiriyoruz. Düşününce bulabiliyor insan suçluyu. Noel Baba. Noel Baba’nın gelip, bacadan hediye attığına, çam ağaçlarının altına hediye bıraktığına inanan bir nesil, hem hediyeye tıkanır, hem de kendisi dışında gelişen sürprizli hayata alışır. O çuvala kartlar koymalı. Mutluluğu anlatan. Kapatın ebeveynler bacalarınızı.

Related Articles

0 yorum:

Yorum Gönder