In PLOG

Çay Molalı Kaçamaklar


İlk yazımda bahsetmiştim size, birkaç yıldır eşiyle baş başa vakit geçiremeyen ve bunu bir serzeniş olarak değil, fark ediş olarak anlatan bir arkadaşımdan. Yani en kötüsünden. Yani kimsenin halinden şikayetçi olmamasından, sadece bu durumu fark ediyor olmasından. Söylemiştim orada da. Bu fark ediş, onları o gece yemeğe çıkartmıştı.

Çocuk olunca, hayatın tüm dinamikleri yer değiştirdiği gibi, evdeki roller, evdeki görevler, işleyiş ve bir nevi çırpınış da farklılaşabiliyor. Çok kişilik yaşamlar giriyor hepimizin hayatına. Yeni yüzler, yeni işler, yeni konular ve sorunlarla karşı karşıya kalıyoruz. Bakıcılı bir hayatın –ki bu konuyu başka bir yazımda uzunca anlatacağım, değişik safhaları ile büyüklerin baktığı çocukların farklı duruşları hayatımızda yerini alıyor. Bundan sonra yalnız değiliz. İki kişi değiliz. Tek kişi hiç değiliz.

Çoklu yaşam, filmlerdeki gibi neşeli olmuyor çoğu zaman. Alt kattan hadi kahvaltı hazır diye yukarı bağıran birileri, biraz para versene diyen küçük kardeş de yok. Çocuklu yaşam hayatımıza birçok güzel ve sevimli duyguları getirirken, başka duyguların da çoktan yerini alıyor. Başka bir şey çocuk. Bambaşka bir şey. Yerine hiçbir şeyin konulamadığı, hiçbir kimse ile kıyas kabul etmediği. Her şey çocuk. Her duygu. Her his. Her davranış. Her yaşam. Tarifi yok. Tasvir edilen bir durum da mümkün değil. Kısacası her şey çocuk.

Bu kadar güzel bir varlığın dünyamıza girerek, bizi bambaşka duygular içinde yaşatıyor olması, sanırım başka güzellikleri veya yanımızdaki başka hisleri ertelememize yol açabilmekte, çoğu zaman hissettiklerimizi hatırlamamız için bir şeylerin bizi dürtmesine sebep olabilmektedir. Bu işin doğalıdır. Her evde senaryo aynıdır. Ama direnç boyutları farklılık göstermektedir.

Eskiden sarıla sarıla yattığın eşinle uykunuzu, ağlama sesiyle o minik bebek bölecektir elbette. Yatağa geç gelecektir kadın, hatta çoğu zaman gelmeyecektir belki de. Sütünü verirken veya bazen sağarken bulacaktır eşini, bir kapı arkasında, bir kanepe üstünde. Bir gece önce saat başı uyanan kadını, ertesi gün koltukta sızarken, mutfakta kahve yaparken bulabileceğiz. Gaz sancıları ile geceler geçiren. Kabızlık sorunu yaşayan çocuğuna zeytinyağı olsam diyen kadın var. Diş çıkarırken anne de huysuzlaşabiliyor, adam diyor şu kadın da dişlerini bir dökse. Çocuk yürüyor. Çocuk koşuyor. Altına yapıyor. Düşüyor. Ateşi çıkıyor. Konuşuyor. Katı mamaya geçiyor. Çiğnemeyi öğreniyor. Çocuk büyüyor. Büyüyor. Yani bu günler geçiyor. 24 saatlik mesai değişiyor. Direnç gösteren herkes kazanıyor.

Dediğim gibi, geçiyor. İnsan hayatında hep bir şeylerin dönemleri olur. Okul hayatı dönemdir. İş hayatı dönemdir. Flört hayatı dönemdir. Nişanlılık dönemdir. Ve bu dönemlerin içinde uzunlu kısalı başka dönemler de vardır. Olacaktır. Ama hepsi geçicidir. Süreklilik ilişkinin kendisindedir. Bunu başarabilen herkes yola devam eder. Bu her ilişkide böyledir. İş ilişkisinde bile, karşılıklı anlayış ve birbirlerine verilen zaman, kazancın sebebidir. Evlilikler de böyle. Eğer kişi önemsendiğini, değer verildiğini hissediyorsa, birçok şeyi zamana bırakabilir, birçok şeyi görmeyebilir, çantasını hazırlayıp gitmek aklına gelmez.

İşte çocuklu yaşamda da, bir başkalaşım yaşayan kadın ve erkek için yaşam, dirençler içinde geçmek zorundadır. Hayat müşterek olmakla beraber, çocuğun doğumuyla, erkeğe farklı sorumluluklar, farklı görevler düşmektedir. Çünkü kim ne derse desin, bir çocuğun bakımında, yetişmesinde ve büyümesinde, annenin rolü fazlasıyla ortadadır. Bu özel dönem, çeşitli zorlukları, farklı beklentileri ve hiçbir zaman eskisi gibi olmayan zamanlarıyla karşılıklı anlayış, karşılıklı sevgi içinde geçmek zorundadır. Kadının sorumluluklarına bir nebze de olsa yardımcı olan veya olmaya çalışan eşi gören bir kadın, her zaman verici olmaya devam edecektir. Çünkü kopuş, hiçbir zaman tek taraflı olmamaktadır. Karşılığını alamayan herkes birbirinden uzaklaşmaya mahkumdur.

Bir kadının bebeğiyle yoğun bir zaman geçiriyor ve eşiyle uzun zamandır konuşamıyor bile olması, kendisinin algılayış alanında olmayabilir. Burada babalara çok önemli görevler düşmektedir. Bir kadın için, 1 saatliğine bir yere çıkıp, hava almak, bir kahve içip sohbet etmek bile çok önemlidir. Kadının mutlu olmasının formülleri büyük matematik problemlerine benzemez. Çok basittir ve çok açıktır. Mutlu olmak isteyen bir kadın, çok çabuk, çok kolay mutlu olabilir. Dışarı çıkamayan, bebeğini bırakamayan bir kadına gelecek, yeni bir eşya, onun düşünüldüğüne dair en güzel örneklerden birisidir. Uzun zamandır kiloları yüzünden kendini güzel görmeyen kadına verilecek güzel bir bluz. Dışarı çıktığında boynuna atacağı şık bir eşarp. Uzun zamandır istediği o taşlı yüzük. Veya çocuğunun her dakikasını dondurmak için alınan bir kamera. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Örnekleri ucuzlatmak da mümkündür. Ayakları üşümesin diye eşinin aldığı çorap o kadar hoşuna gitmiş, onu o kadar duygulandırmıştı ki, arkadaşım, o çorabı hala saklar.

Bizde adet genelde bebek için alınan hediyelere yöneliktir. Zıbını gelir, mendili gelir, hırkası gelir, şapkası, montu, şortu ama şu dünya güzelini 9 ay karnında taşıyan anneciğe de bir şey alayım demez çoğu zaman kimse. Çok nadirdir, anneye alınan hediyeler. Oysa her anne düşünülmeyi ister ve bekler. İşte o yüzden, arkadaşım bana, herkes şimdi bebeğe alır, al bu senin için diye uzattığında o güzel hediyesini çok mutlu olmuştum.

İletişim, karşılıklı konuşma, beklentileri anlatma çok zor değildir. Biz kadınlar, isteklerimizi sıralamadan düşünülmesini, yapılmasını isteriz, erkekler de hep niye söylemiyorsun, bazen düşünemiyorum diye yanıtla karşımıza çıkarlar. Bu döngü hep iç seslerle devam eder. Başımızın üzerindeki balonlarda yazılanları sesli hale getirsek aslında sorun kalmayacak. Aynı fikirde olunmasa bile konuşmak her zaman bir şeyi paylaşmaktır. Sorun, sorunu konuşmak, tartışmak değildir, sorun konuşmamak, iletişim kurmamak, aynı ev içinde dönen diğer konularla yüzleşip, iki oyuncu için yazılmamış sahnelerde rol almaktır. Bu, zaman içinde kendimize diğer oyuncularla verdiğimiz çay molalarını bize kazandıracak, esas oğlan ve kadın bir türlü kavuşamayacaktır.



O gece yemeğe çıkan arkadaşlarıma gelince. Meğer ne çok şey varmış konuşacakları. 1 saatliğine çıktıkları yemekte, kaçırdıkları zamanlarını, unuttukları konularını, birbirlerine söylemelerine rağmen hatırlamadıkları olayları fark ettiler. Onlar o gece birbirlerini çok sevdiklerini, onlar o gece geçen süre içinde yapamadıkları bir çay molalı kaçamaklarına üzüldüler. Kaçırdıkları yıl dönümleri. Üzerinde durmadıkları terfileri. Başka sohbetlerde buldukları  kahkahaları. Başka masalardaki kutlamaları. Hepsini konuştular. Hepsini yakasından tutup yakaladılar, oturttular yanı başlarına, doldurdular ceplerine. Bu yemeğin bu kadar geç olmasına hayıflandılar. Her ikisi de en önemlisi kendisine kızdı. Geçen konuştuk. Baktım bilet alınmış, 3 günlük bir kaçamak var şehrin dışına. Ali ise anneanneye emanet. Onlar da birkaç yıldır mesafe koydukları ilişkilerine son sürat hızla dönmekte. İkisi de dümeni sıkı sıkıya tutmuş, pedala birlikte basıyorlar.

Related Articles

0 yorum:

Yorum Gönder