In PLOG

Şehriye Olan Erkek


“Yemezsen arkandan ağlar kızım, sonra da seni getiren leylekler alır, polislere verirler” deyip kahkaha atmak istiyorum. Gerçekten bunları söyleyen ebeveynlerin zamanla bunlara inandıklarını düşünüyorum. İnansınlar zaten, bunları söyleyerek çocuklarından daha akıllı olduklarını düşünmesinler. Bazen hiç düşünmeden, bir anda ağzından çıkıveriyor tüm palavraları. Hiç tekledikleri de olmuyor. Her duruma, her koşula karşılık bir anda konuşuveriyorlar. Hem de bu insanlar okumuş yazmış ve bilgi, kültür seviyesi yüksek insanlar. Yani aşağısını eleştirsen yukarısı var, yukarısını eleştirsen aşağısı kurtarıyor. Ama sonuçta leylek ile polis işbirliği içinde hikayelerinde buluşuyor işte.

Evet hepimiz bir şekilde böyle büyüdük, bunları duyduk. Yaşadık. Yaşatıldı. Bizim jenerasyon zaten nasıl büyüdü ben de şaşırıyorum. Şimdiki bu kadar itina ve özenin dışında büyüyen bizler, neden eksik kaldık veya neydi bizi koruyan bazen düşünüyorum. Ama ya şimdi. Her bilgiye bu kadar kolay ulaşılan bir iletişim ağında yaşarken, her bilginin bu kadar hızla yayıldığı bir ortamda bulunurken hala bazı şeyleri görüyor ve yaşıyor olmak beni şaşırtıyor, güldürüyor ve bazen de kızdırıyor.

İnsan çocuğunun sahibi midir ve her türlü davranış ve şekli istediği şekilde verir mi, vermeli mi acaba gibi bir savı düşünmekten kendimi alamıyorum. Her şeye karışan, meraklı bir tip olmak istiyorum bazen. Susmamak, sana ne diyenlere inat konuşmak istiyorum. Bazılarının bilmemezliklerini, bazılarının bilip de kolaya kaçmışlıklarını yüzüne vurmak istiyorum zaman zaman. Onları aşağılamak veya ben bilirimi oynamak değil amacım. Her söylediğini duyan, onu hafızasına yazan, içinde hisseden ve öğrendiklerini davranışlarına çeviren küçük bir çocuğa sarılmak için yapmak istiyorum. Abartma desinler istiyorum. Gerek kalmıyor. Her karşılığım, karşılıklı çünkü.

Küçük pembe yalanları duymadan büyüyen ya da bu küçük pembe yalanları kullanmadan çocuk büyüten ebeveynlerin olduğunu sanmıyorum. Hepimiz öyleyiz. Benim söylemek istediğim, çocuğa anlamsız, manasız, saçma ve gerçek olmayacak bilgiler iletip, ona inanmalarını beklemek ve onları öyle yönlendirmek. Bir çocuğa yemeğini yemezsen arkandan ağlar diyen bir anne, sonrasında çocuğunun çok akıllı olmasından bahsedebiliyor ya da çok duygusal bir çocuk olduğunu söyleyebiliyor. Çocuğa olmayan bir şeyi zorla inandırıp, sonra da onun duygusallığını izlemek nasıl bir psikoloji bilemiyorum. Düşünsenize çocuk, tabağındaki yemeği yemezse hep bir şeyleri üzeceğini düşünecek, istemediği her şeyi yapma zorunluluğu hissedecek. Bir bilene sormuşluğum yok, ama bunu bilmek için de uzman olmak gerekmiyor. Ağzında lokması kocaman olmuş, çevire çevire yutamayan çocuğun suratındaki ızdırap, doymuşluk o kadar bariz ki, o tabağındaki köfte üzülmesin diye kendine eziyet ediyor ve annesi de köfte çöpe gitmeyeceği için ıslık çalıyor. Hele ki yediği şey pilav ise,  ben bu kadar çok çocuk istemem diye çocuk habire daldırıyor kaşığı. Böyle bir şey var mı? “Bir kız bir erkek çocuğum olsun diye iki tane bıraktım” diyor çocuk. Annesi de nerden biliyorsun ya ikisi de kız olursa diyor. Yok diyor çocuk, şehriye olan erkek.
Yapılan yönlendirmeler ve karşılıklardaki en iğreti olduğum şey ise, çocuğun bir yere çarpması veya düşmesi sonucu, hep suçlu olan masa, sandalye, duvar ve parkelerin olması. Konuşamayan, hissedemeyen, dokunamayan yani kısacası canlı bile olmayan eşyalara duygu veya davranış nasıl yüklenir ki. Çocuk her kafasını çarptığında kapıyı döven baba, büyüdüğünde de başkalarını mı dövecek. Çünkü bu çocuk öyle veya böyle, bir şeylere çarpacak büyüyünce. O zaman hep suçlu ve dövülmesi gereken karşı taraf mı olacak? Al çocuğu yerden, çok mu ağlıyor, sarıl ona, oğlum doğru yürüsene, bak burada kapı var de, geç. Kapı, baca dövme seremonisi de nedir?

Çocuğun kandırılma fikri bana çok adil gelmiyor. 3 yaşında kızım var, daha bir gün bile yapılacak olandan farklı bir şey söylediğimi hatırlamıyorum. Kızmasına, ağlamasına veya başka bir tepki göstermesine aldırmadan. Çünkü günü kurtarmak için yapılan her şeyin bir alışkanlığa dönmesine ve sonrasında onun bana karşı olan güveninin azalmasını görmeye katlanamazdım. Kaldı ki, kandırıyorsam, bir gün kandırılmayı da öğretiyordum ona. Bu benim için büyük bir tehlikeydi her zaman.

Kahve içersen arap olursuna gülüyorsun da, uyumazsan öcüler gelir sözü beni daraltıyor. İnsan çocuğunu olmayan soyut ama korkunç ve kötü olduğu varsayılan bir şey ile korkutup, tehdit eder mi? Onun, o korku içinde mışıl mışıl uyuyacağını düşünüp, onu öcünün kucağına teslim edip, bir an evvel uyusa da, televizyondaki bilmem ne programını izlesem moduna geçer mi? Doktoru da korku konularına ekleyip, yapılması sağlığımız için gerekli olan iğneyi veya başka bir uygulamayı çocuğun gözüne, aklına soka soka çıkarır mı? Bir gün birisi “yemeğini yemezsen annen seni doktora götürür, bak iğne yaparlar” dedi, o anda çok da aç olmayan kızıma. Hemen bu cümlenin altını doldurmak istedim, göz göze geldiğim kızım için. “Yemeğini yemez, gıdanı alamaz olursun, vücudun yorgun düşer hastalanırsın diye doktora gitmek zorunda kalırız, yoksa durup dururken doktora gitmeyiz, zaten iğne de bizi hastalıklardan korumak için yapılır, hiç de kötü bir şey değildir” dedim. “Zaten buna da ihtiyaç yok, sen yemeğini şimdi yemezsen, sonra yersin” diye de ekledim. Kızım anladı. Sarı yelekle sarılığın geçtiğini düşünen insanlar varken, aslında kendi iğnemizi evde yapabiliriz demek istiyor bazen insan. Biz ne bilmiş insanlarız diye de eklemek istiyorum.

Neden korkularla tanıştırıp, neden korkularla ikna yolunu seçiyoruz. Çünkü birini ikna etmenin en kolay yolu onu korkutmaktır. Onu tehdit etmektir. Ve biz de elimizde bize sonsuz derecede inanan çocuğumuzu kolaycılığımızla kandırıyoruz. Bu çoğu zaman içinde bulunduğunuz anı kurtarsa da, ileride çocuğunuzun başka soruları ve davranışları karşısında, başka palavralar bulmaya sevk ediyor insanı.

Bir de polislerin mevcut aile düzenine olan bir müdahalesi var ki, çocuklar kendi iç dünyalarında bu mesleği nereye koyuyor görmek isterim. Geçen önümden yürüyen bir bayan balon isteyen çocuğuna, polis arabasını gösterip, polisler var bak, hemen gidelim, şimdi alırsak kızarlar dedi. Çocuğun o masum, o şaşkın, o anlamaya çalışır suratındaki ifade karşısında kendi kendime gülen deli oldum cadde ortasında. Belki acelesi var, belki üstünde para yok ya da evdeki bir sürü balona bir yenisi eklemek istemiyor ama bu kadarına da pes.

Çocukları hep duygularından yakalıyoruz. En hassas yerinden. Annesinden mesela. Senin annen olmayacağım diyor kızdığı oğluna. Çocuk yıkılıyor, gözleri doluyor. Pipisinin düşeceğini sanıyor başka çocuk gene söz dinlemezse. Öpeyim geçsinle kandırıyor, leylekli masallarla avutuyoruz. O yüzden çocuk acaba ben iyi bir çocuk değil miyim, iyi olmak için ne yapmalıyım, ailemi nasıl mutlu etmeliyim diye kendine sorular soruyor. Çünkü hala şirinleri görememiş. Ama onları görmenin iyi bir çocuk olmaktan geçtiğini söylemiş hikayeler hep ona.

Related Articles

0 yorum:

Yorum Gönder