In PLOG

Uçan Araba İcat Ediyor


Babalar çalışmasa da yine aynı olurlar mı diye düşünüyorum. Ya da babasına göre değişir diye bir cümle kurayım da, alınan olursa, bu cümlenin içine soksun kendini. Her evde yaşanıyor bu. Baba daha mı az seviyor. Yooo. Daha mı az düşünüyor.Yooo. Daha mı az sahipleniyor. Yooo.

Kadın da çalışıyor, adam da çalışıyor günümüzde. Sanırsın ki, kadın işine hiç konsantre olmuyor, masaya oturmaya gidiyor, iki lak lak, Leyla hanımla bir kahve, bir kek tarifi, yeni müdürün dedikodusu, iki mail ile günü bitiriyor, baba isesanırsın havada uçan araba icat ediyor, sun roof’u olsun mu diye iyileştirmeye açık alan çıkmış, onu tartışıyorlar. Kafa olmuş duman, gözler fer fecir, yaka baş ayrı yönlerde, sanki apartmana girerken saldırıya uğramış. Suratı dersen asıklık mastırı yapıyor. Ağzından düşen ilk kelime yorgunluk üzerine kurulmuş tez başlığı, detaylar ise tezin hipotezleri. Mutlaka kabul görüyor. Jüriden de geçiyor.

Bu görüntü, her kademedeki adamda var. Hani derseniz, ama adamlar kadından daha iyi kariyer bantında, sorumluluğu ve stresi fazla. Yok öyle değil. Adam memur da olsa böyle, genel müdür de olsa böyle. Bu işin aralığı yok, hepsi aynı noktadan alıyorlar davranış modellerini. Çocuk koşuyor kapıya, “aaababam gelmiş” diyor. Suratta bir gülümseme ve tebessüm çok şükür var, çocuğu şöyle bir kucağa alıp pışpışlama da işin olursa iyisi, olmasa da şaşırılacak birşey değil.

Adam kavgalı değilse hatun kişisi ile, ona bir selam çakar, oturur koltuğuna. Öpeni öper, öpmeyeni belli eder. Yeni moda bu. Sevdiğini söylemez ama belli eder. “Seninki nasıl belli ediyor” diye sordu kadın diğer kadına. “Benimle haftada en az 4 gün sevişmek istiyor” dedi kadın. “Bu seni sevdiğini mi gösteriyor, biraz da kendisi için bir şey yok mu” dedi diğer kadın. Neyse, bu konuyu sonra yazacağım. Kadınlar da bir hoş. Sevdiğini gösterme şekline verilen örneğe bak. Desene her akşam gelir, nasılsın der, günün nasıl geçti der, gelir sarılır, yoruldun mu diye sorar vs desene.

Dönelim bizim konumuza. Adam eve gelir. Bugün var ya ile başlayan akşam muhabbeti, iş hayatının adama getirdiği en kötü anları ve hep onun başına gelen kötü senaryoları ile devam eder. Bu kısa konuşma sonrası adam eline, daha atmam gereken çok maillerim var diye notebook’unu alır ve o gece bir müddet sona erer.

Kadın eve kocasından önce gelmiş, çocuğuyla ilgili günü dinlemiş, onunla oyun oynamış, yemeğini yedirmiş ve sohbet etmiştir. Kocasının maillere döndüğü süreçte çocuğunu yatırma aksiyonuna geçmiş, gün içinde yaşadığı tüm olayları bir köşeye bırakmak zorunda kalmıştır. Mutfağa girmiş, yemeği ayarlamış, çamaşırlara bakmış, çocuğuyla oynamış, çocuğunu yıkamış, çocuğun ertesi gün giyeceği kıyafetleri ayarlamış, ödevleri var ise birlikte bakmışlar, bilmem kimin yaşgünü organizasyonu için ne yapacaklarına karar vermişler, yani hediyeyi de secmislerdir.

Çocuk süt ister, anne koşar. Tam oturmuş daha makale başlığını okumadan çocuk ağlar, anne kalkar. Yemeğini ağzına anne tıkar. Poposunu anne yıkar. Kıyafetini anne giydirir. Soran olursa da cevabı nettir. “Ee Can annesini istiyor” Ee Can annesini nasıl istemez. Gece karanlıkta onu görüyor. Uykudan uyanınca onu görüyor. Mutfakta annesinin arkası dönük tezgaha doğru. Babası iki tabak taşıdığında “bugün iş yok mu” diye soruyor.

Adamların kötü niyetli olduğunu düşündüğüm için söylemiyorum. Öyle bir pay biçilmiş ki, nerdeyse koca pastadan bir lokma düşmüyor babaya. Genetik mi, öğretilen mi, güdüsel mi bilmiyorum, her evde senaryo az veya çok aynı çalışıyor. “Demettt koş, Ege düştü” diyen baba tanıyorum. O babayı çok da seviyorum. Çok da iyi bir adam. Ama iki metre uzağında düşen çocuğu için, ortam dışında olan eşine seslenebiliyor. O eş de gelip, “aaa Egecim, iyi misin, bir yerin acıdı mı” diyebiliyor. O da alışmış, garip gelmiyor. Sanki biz, bize okutulmuş görevlerimizle bir nevi robotlar misali piyasaya sunuluyoruz. Kimimiz fabrika ayarlarına dokunulmadan yaşamaya devam ediyor, kimimiz de, arıza yapıyor.

Baba geliyor akşam eve. Çocuk daha iki yaşında. Durdan anlamaz. Sustan anlamaz. Yaptan anlamaz. Almış eline arabasını fırlatıyor sağa sola. Babası diyorki, “ne laftan anlamaz çocuksun sen, iyice şımarmışsın”. Anne bakıyor, acaba evdeki diğer çocuğa mı diyor diye. Yoo diye düşünüyor, o içeride yarınki matematik sınavına çalışıyor. Sonra baba kalkıyor, alıyor yerden arabayı, çocuğa doğru eliyle sallayarak, “ben sana yapma demedim mi” diye bağırıyor. Çocuk ağlıyor. Annesine koşuyor. Anne ayağa kalkıyor.“Bana bak, zaten şu çocuğu akşamları kafanı kaldırdığın işinin arasında görüyorsun, bu zamanı da tahammülsüzlüğünle ona bağırarak mı geçireceksin.” Hele bunu diyen anne bir de ev hanımı ise, arkasına ekliyor. “Bu çocuğu 24 saat gören benim, benim tahammülümün kalmaması lazım, sen kime bağırıyorsun öyle.” Ee şimdi bu çocuk kakası gelince babasını çağırır mı? Bu diyalog pastadaki son lokmayı da anneye kazandırdı. Anne aldı kiloları yine.

Kızmasın babalar, herkes misafirlerin yanında en mükemmel taraflarını gösterirler ya da herhangi yönlerini mükemmel gibi gösterirler ya, izlendiğini bilmeyen etrafınızdakilere şöyle bir bakın yürürken. Şu haftasonu genellikle babalarıyla olan çocukları gözlemliyorum da, evet istisnalar yok değil doğru, ama hangi baba çocuğunu salıncakta tek eliyle sallıyorsa diğer eliyle de mesajlarına bakıyor. Ya da pusetiyle itiyorsa, telefonuyla konuşuyor. Bir an bu bir klasik diye geçiriyorum içimden ama sonra geliyor aklıma. Adam haklı ofisten mail gelmiş. Sun roof emniyet kurallarına uymuyormuş.

Related Articles

0 yorum:

Yorum Gönder