In PLOG

Netimiz Sınırsız


“Pembe kedi desenli tablet var mı” der kadın, garsona. Garson da “3 numaralı masa kullanıyor, ama birazdan kalkacaklar. İsterseniz onlar gidene kadar beyaz ayılı olanı vereyim” diye karşılık verir. Kadın kocasını dürter, “ay sana buraya gelmeyelim dedim, bunların hizmetleri iyi değil, şuraya bak, kalp şekilli tablet bile yok, artık modası geçmiş gonca modeli var” diye dertlenir.

Abarttığımı sanıyorsunuz değil mi. Hayır abartmıyorum. Bir müddet sonra artık restoranların oyun odaları gibi, oyun kasaları olacak. Ve o kasalarda tüm çocukların ezbere bildiği oyunların yüklü olduğu tabletler yer alacak. Çocuklar nasıl belirliyorsa gidilecek yeri, tabletler de çekecek ebeveynleri, sanki bir oyun salonuna gidiyorlarmış gibi. Çocuk annesine diyecek, “orası son oyunları indiriyor, hem şarj derdi de yok, her masanın altında priz var”, babası sevinecek, “iyi oldu bu iş ya, şarjıyla uğraş, son oyun satın almasıyla uğraş, bir de elektrik faturası var, süper süper, gidelim de biraz deşarj olalım.”

Nereye gitsem, özellikle akşam yemeklerinde, çocukların hadi kalk anne, hadi sıkıldım anne, hadi yiyin  de gidelim anne, dediklerini duymuyorum. Hatta tam tersi, hadi oğlum kalk gidiyoruz artık, bari giderken elinden bırak şunu dediklerini sıkça duyar oldum. Çocuklar kendilerini oyalayacak, vakitlerini geçirecek tek amaçlı malzemeyi bulmuşlar. Oynamak. Zaman geçiyor evet. Anne baba da rahatsız edilmiyor. Onlar dost sohbetlerinde şen kahkahalarını savuruyorlar. Saatler geçiyor ama hala yapılacak bir sürü dedikodu var. Arada göz ucuyla masaya yumulmuş dünya zekisi çocuklarına bakıyorlar. Keyifleri yerinde. Bir kadeh daha sipariş ediyorlar. Dünya zekisi diyorum. Çocuk zeki. Diyor ki kadın “vallahi biz bir şey öğretmedik, nasıl da kullanmayı biliyor şuna bak, anam bunlar doğuştan zeki” Bu çocukların doğuştan zeki olduğuna ben de katılıyorum da, sonradan zeki kaldıklarına inanmıyorum. Çocuklar aptallaşıyor. Çocuklar robotlaşıyor. Konuşmayı unutuyor, hayatın, oyunu kazanınca çalan müzikten ibaret olduğunu sanıyorlar. Müzik bitiyor çocuk buğulu gözlerle anlam aramaya başlıyor. Çocuğa soruyorsun, Ali naber, nasılsın? Ali suratına bakıyor. Annesi dürtüyor, oğlum cevap versene. Ali gene cevap vermiyor, annesi cevap veriyor. “Bunların aklı fikri oyunda, bak sen buna bilmem neyi sor, bülbül kesilir.” Ayol ben ne yapayım öyle bülbülü, çocuk iyiyim teyze, sağol demeyi beceremiyor daha. Hayır anneler de bir garip olmuş, normal olmayanı normal gösterir durumdalar. Bu çocuk arkadaşlarına, akrabalarına, öğretmenlerine veya yolda giderken karşılaştıklarına bak nasıl bahçeler, evler, apartmanlar yapıyorum, ne yaratıcıyım diye sonuçlarını mı söyleyecek. Bu sonuçları konuşurken ne akıllı çocuk mu olacak. Hep derim, dünyanın en iyi okullarını bitirse ne olur bir çocuk, gidip bir bakkaldan ekmek almayı beceremiyorsa.

Ben sabah kahvaltısını yaptıktan sonra eline tabletini alan ve akşam yemeğinde masaya oturmayıp, oyununun daha bitmediğini söyleyen çocuk biliyorum. O çocuğun annesini biliyorum. O çocuğun babasını biliyorum. Ve her ikisinin de bu durumdan şikayetçi olduğunu biliyorum. Bizim en iyi becerdiğimiz şey. Şikayet etmek. Çocuğundan yaşlısına harikayız bu konuda. Ama biri çıkıp da çözüm şu demeye ya korkuyor, ya çözüme inanmıyor. Çünkü bu şikayet kendini tekrarlıyor, hatta kendine yeni şikayetler doğuruyor, çünkü aynı anne baba çocuğunun tablet modelini bir üste çıkarıyor. O yüzden çocuklarının olası ruh hali durumlarından dert yananlara söyleyecek çok şey buluyorum.

Komşularımız olacak ileride, geçmişte bir fincan maya için yoğurt var mı diye kapılarını çaldığımız. Soracağız onlara, yeni versiyonu yükledilerse bu akşamlık bize verebilirler mi tabletlerini. Merak etmesinler, şarjını biz doldururuz. Komşular da gelmesin, herkes kendi evinde pijamasını giysin, çayını demlesin, görüntülü sohbet ederiz. Sohbetimiz, ay pardon netimiz sınırsız.

Neden birşeylerin sınırlarını çizemiyoruz. Neden tabağımıza az alıp yiyemiyoruz. Neden 10 dakikalık kestirmeyi akşama kadar uyumaya, neden bir iki kadehi sarhoş oluncaya kadar doldurmaya devam ediyoruz. Herşeyi sonsuz doyana kadar yaptığımız için, karşımıza çıkan her yeni şeye de böyle bağlanıyoruz işte. Teknoloji ise hele sözkonusu, onun girdabı daha da büyük. Herkes içinde.

Çoooookkk uzun süren hafta sonlarımız vardı. Anneannemizle, babaannemizle geçirilen. Ağacına tırmandığımız meyvelerimiz, gece 12 olunca biten televizyonlarımız. Sessiz sinemalarımız. Adam asmalarımız. Kelime oyunlarımız. Sabah kahvaltılarımız. Kalabalık sohbetlerimiz. Aynı yatakta yattığımız kuzenlerimiz. Sadece özel günlerde alabildiğimiz pastalarımız. Et bebeklerimiz. Kasetlerimiz. Yani kısacası oyalanacağımız bir sürü az şeyimiz. Daha mı az zekiydik. Evet daha az şeyden haberdardık ama zaten onlar yoktu. Olmadıkları için biz de az mı olduk. Az mı kaldık. Az mı doyduk, az mı mutlu olduk.

Keşke her çocuğun çimene basma, her çocuğun toprağı eşme şansı olabilse. Bahçede büyüyen çocukların ellerinde oyalanacakları ne kadar yaşamsal şey var ise, onu hayatın robotik düzeneğinden uzaklaştırıyor bu kesin. Ama ben şunu da biliyorum ki, çocuk bildiğin bir hamurdur, ona ne verirsen o şekle girer. İster onu yuvarla üstüne yumurta sür, ister süsle saç örgüsü yap. Herşey anne ve babada biter.

Dönelim tablet çılgınlığına. Çoğu insan çocuğunun eksik kalması, bilinmemezlik içinde olmasından korktuğu için bile bile bu kötülüğü yapar. Çünkü kimse altta kalmak istemez, Nesrin hanımın oğlunda olana, kendi çocuğunun iç geçirerek bakmasına tahammül edemez. Biz kendi tahammül edememezliğimiz içinde tahammülsüz çocukların ebeveynleri olmayı seçiyoruz. Sonra da atıyoruz çantamıza cüzdanımızdan önce tabletleri, çıkıyoruz dışarı. Nereye gidersek gidelim, nasılsa bizi rahatsız edecek bir çocuk olmayacak. Çocuk da bir nevi tablet olmuş zaten, çantada taşıyoruz.

Related Articles

0 yorum:

Yorum Gönder